Üç tarafının denizlerle çevrili olması bu coğrafyaya türlü balık ve deniz ürünleri zenginliği sağlamıştır. Bu ürünler de Türk Mutfağı’na birbirinden farklı ve lezzetli yemeklerle yansır.
Bugünkü Türkiye Coğrafyasını oluşturan Trakya ve Anadolu denizler ile çevrilidir. Trakya’nın Karadeniz, Marmara ve Kuzey Ege denizleri olmak üzere üç denize ulaşum imkanı vardır. Anadolu ise dev bir yarımadadır. Kuzeyde Karadeniz, batıda Ege ve güneyde Akdeniz ile çevrili olduğundan her denizin bereketi kıyısındaki bölge mutfaklarına yansımıştır. Marmara ise Türkiye için denizlerin en özelidir,çünkü dünyada bir ülkenin sınırları içinde bulunan tek tuzlu iç denizdir. Marmara Denizi Trakya ve Anadolu arasında yer alan,bir başka ifadeyle Avrupa ile Asya arasındaki sınırı oluşturan iki ucundaki Çanakkale ve İstanbul boğazları ile Karadeniz ve Ege’yi birleştiren bir köprü konumundadır.Denizlerin ötesinde Türkiye coğrafyası göller, ırmaklar ve dereler gibi tatlı su kaynakları açısından da oldukça zengindir. Bu coğrafi konum, Türk Mutfağı’na birbirinden çeşitli ve ilginç balık ve deniz ürünü yemekleriyle yansımıştır. Karadeniz’de hamsi adeta bir yaşam biçimidir.Karadeniz kalkanı derya kuzusu diye adlandırılacak denli kıymetlidir. İstanbul boğazındaki lüfer her İstanbullu için en özel lezzettir.İzmirli için barbun, çipura gibi Ege balıkalının yeri başkadır.
İskenderun karidesi namlıdır. Bu liste böyle uzar gider. Denize uzak bölgelerde deniz mahsullerinin lezzetlerinden mahrum kalmazlar. Deniz balıklarının ötesinde ırmaklar ve göllerde tatlı su balıkları açısından zengindir. Soğuk derelerin benekli alabalıkları, Van Gölü’nün incili kefali, Dicle Nehri’nin şabut balığı gibi sevilen yörel türler çoktur. Özellikle İstanbul ve Çanakkale boğazları Karadeniz ve Ege denizleri arasındaki gelgitten ötürü çok özel bir balık takvimine sahiptir. Eskiden mevsimi dışında balık asla tüketilmezdi, her balığın ayrı bir avlanam zamanı vardı. Bu kurala bugün av yasaklarıyla uyulmakta, bu sayede her balık mümkün mertebe olgunlaştığında taze taze tüketilmektedir. İşin erbabı olan balık meraklısı hangi balığın ne zaman yeneceğini bilir; hatta balığın avlandığı döneme göre nasıl pişirileceği hususunda da kesin görüş sahibidir. Balık çoğunlukla bütün halde ızgara olarak pişirilir ya da tavası yapılır.
Balığın çoğunlukla bütün halde ızgara olarak pişirilir ya da tavası yapılır. Balığın kendi tadını almak esastır; sos gibi eklerle balığın tadının maskelenmesi istenmez. Ancak birkaç dilim limon ile servis yapılabilir. Yanında garnitür aranmaz, birkaç dilim kırmızı soğan, tere veya roka yaprağı yeterli görülür. Bir zamanlar İstanbul balık pazarında balık pişiren esnaf da bulunurdu. Bunlar balık dışında ayrıca midye, tarak, istridye gibi deniz mahsüllerini de pişmiş halde satarlardı. Diğer taraftan şehrin muhtelif semtlerinde balık ve diğer deniz mahsüllerini de çiğ ve pişmiş olarak satan esnafa da rastlamak mümkündü. Günümüzde balık lokantaları ve sokaktaki balık-ekmek ve midye dolma satıcıları işte bu geçmiş kültürün uzantısıdır. Balık kültürü anlatılırken elbette unutulmaması gereken önemli bir kalem de işlenmiş balık ve deniz ürünleridir. Bir zamanlar İstanbul’da Ramazan sofralarında balık yumurtası ve havyar ikram edilirdi fakat bu adet günümüzde unutulmuştur.Kaybolan bu alışkanlıklara karşılık lakerda, çiroz, salamura, sardalya gibi tuzlanmış ürünler ile ahtapot salatası, kalamar tava, karides güveç gibi deniz mahsülleri halen İstanbul’daki balık restoranlarında meze olarak sunulan ve aranan lezzetlerdir.