Gastronomi ve Edebiyat

03/12/2024

‘’Yemek bir toplumun farkında olmadan yapısını gösterdiği bi dil gibidir, sonunda ise farklılıklarını
ortaya çıkarır’’
Claude Levi-Strauss

Gastronomi ve Edebiyat İlişkisi

Edebiyat, bir yönüyle iletişim aracı olma özelliği taşımaktadır. Rus kısa öykü yazarı Anton Çehov’un yaşadığı toplumun tembellik eğilimini ve inanç yaklaşımı sonuçlarını ele alması; Alman yazar Gotthold Ephraim Lessing’in eserlerinde bireysel özgürlük ve hoşgörü vurgusu yapması; Çek yazar Franz Kafka’nın içinde bulunduğu bireysel belirsizliklere ve toplumsal yansımalara yer vermesi; Thomas Bernhard’ın kendi ruh haliyle ülkesi ile ilgili sunduğu kesitler, yazarların eserlerinde bulundukları dönemin yansımalarını edebiyat aracılığıyla topluma aktardıklarını göstermektedir. Gastronominin öznesi olan insan toplulukları ile edebiyat ilişkisini sosyalist gerçekçilik kuramına göre değerlendirdiğimizde, “toplumsal gerçekliğe sadık kalınmasının” edebiyatın temel ölçütünü oluşturduğunu söyleyebiliriz. Frankfurt Okulu’nda bu kuramdan hareketle kaynak çözümlemesi yapılarak “dünya görüşlerinin tipolojisi” ortaya konulmaya çalışılmıştır. Eser ortaya konulmadan öncesinde, yazarın içerisinde bulunduğu toplumsal kurumların yapısı ve sosyo-kültürel etkileşimler, yazarın eserine yansımaktadır. Edebiyat, sosyal olgularla oluşturulmakta olduğundan, sosyal ilişkiler ve etkileşimi edebiyat ile çözümleyen edebiyat sosyolojisi 19. yüzyılda Avrupa’da, 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’de yaygınlaşmıştır.

Randall’a göre, “yaşanmakta olan hayat, anlatılmakta olan hayattan ayrılamaz.” Avusturya doğumlu filozof ve yazar Ludwig Wittgenstein ise, “estetik yargı anlatımları dediğimiz sözcükler, karmakarışık olsalar da bir dönemin kültürü diye adlandırdığımız şeyin üzerinde kesinkes belirli bir rol oynarlar” düşüncesine sahiptir. Edebiyat, toplumsal hafızayı barındıran kültürel bir kimlik yapısını geleceğe sunmakta ve geçmişe ışık tutmaktadır. Edebiyat sosyolojisini ortaya çıkaran edebiyatın bu özelliğiyle hareketle, insan için ölüm kalım meselesi olan yemeği ve bu bağlamda yemek kültürünün toplumdaki konumlanışını edebi eserlerden yola çıkarak irdeleyebilmek mümkündür. İnsanın temel ihtiyacı olan yemek, psikolojik tatmin sağlayıcı ve sosyal ilişkileri şekillendiren yapısıyla, kurgusal veya gerçekçi edebi eserlerin toplumun gastronomik yapısını yalın halde ortaya koyan bir detayıdır.

Edebiyatta gastronomik unsurların varlığı; besin çeşitliliği, besine ulaşma stratejileri ile insan yapısını, dolayısıyla toplumsal kültürü şekillendirmekte ve bu durum edebi eser üreten yazarların karakteristik özelliklerine ve dolayısıyla edebiyata yansımaktadır. Bu durum, yemeğin insan davranışını şekillendirmesi ile de açıklanabilmektedir. Hayat görüşü, duygu durumu ve besine ulaşım şekli, yemek ile ilgili ritüelleri belirginleşen kişinin edebi aktarımı gastronomik etkiden uzak değerlendirilemez. İbn-i Haldun’un Mukaddime adlı eserinde, insanları ve toplumları gastronomik bolluk-kıtlık bağlamında gruplandırmasında, yemeğin insan üzerindeki etkisi görülmektedir. İbn-i Haldun’a göre, kurak topraklarda yaşayan halk, çalışkan, zinde, hızlı, hareketli ve atik canlılardır. Verimli topraklarda yaşayanlar ise az çalışan, bol olan ürünü çokça tüketen, şişmanlayan ve hastalanan kişilerdir. Şehirde yaşayan kişiler ince ve narin beden yapısına sahip, kibar ve zarif kişilerdir.

Edebi eserlerde yer alan yiyecek ve içecek bilgisi, toplumun kültürünü şekillendirebilmektedir. Edebiyat, yiyecek-içecek kültürünü ve toplum ritüellerini etkileyebilmekte ve gastronomik unsurlar da aynı şekilde edebiyatın şekillenmesini etkileyebilmektedir. Çeşitli durumlardan etkilenerek oluşan toplumsal dönemler, kendi içerisinde baskın olan düşünce biçimlerine sahiptir. Türk edebiyatının daha iyi anlaşılabilmesi için, mevcut dönemin baskın çıkan olgularına göre edebiyat sınıflandırılmıştır.

Posted in Genel
\

Rezervasyon Formu
Reservation Form

    error: İçerik korunmaktadır!